Şiirde İllâ Edâtı İle Yapılan İstisnânın Çeşit ve Örnekleri

Dr. Öğr Üyesi Ferit Dinçer 2024-11-05

Şiirde İllâ Edâtı İle Yapılan İstisnânın Çeşit ve Örnekleri

ÖZET 

Arap dili ve edebiyatında şiir ve şairlik, gerek cahiliye dönemi diye adlandırılan ve İslamiyet’ten önceki zaman dilimini kapsayan dönemde olsun, gerekse İslâm’ın zuhurundan günümüze kadarki zaman dilimini kapsayan ve genel itibari ile İslâmî dönem diye adlandırılan dönemde olsun, ehemmiyeti haiz konular arasında yerini korumuştur. Zira insanlığa her iki cihanın saadet ve bahtiyarlık yolunu gösteren ve sırati’l-mustakime yönlendiren, semâvî kitapların sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerîm Arap dili ile peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed’e (s.a.v.) nazil olmuştur. Bu nedenle Kur’ân’ı gerektiği gibi anlayıp istifâde edebilmek için Arap dilinin inceliklerini bilmek gerekmektedir. Söz konusu incelikleri bilmenin en önemli yollarında birisi, belki en önemlisi kadîm ve hadîs olmak üzere Arap edebiyatının vaz geçilmez bir unsuru olan şiirleri bilmek ve anlamakla mümkündür. Diğer taraftan Arap dilinin bir alt bölümü olan nahiv ilminde, önemli bir yeri olan istisnâ da önemsenmesi gereken bir konudur. Bu nedenle bu kısa çalışmada şiirde illâ edâtı ile yapılan istisnâ ve çeşitleri üzerinde durulacaktır. Bu bağlamda, cahilî, muhadram ve İslamî şairlerin şiirlerinden, illâ edâtı ile yapılan istisnâ ve çeşitleri ile ilgili örnekler eşliğinde konu hakkında bilgi paylaşımı yapılacak ve örnek şiirler yoruma tabi tutulacaktır. 

GİRİŞ

Konuya girmeden evvel şunu ifade etmek gerekir ki, Şair ve Şiir’in ne olduğu, her ne kadar erbabınca meçhul değilse de mukaddime mahiyetinde olmak üzere giriş başlığı altında söz konusu kavramları izah etmekte fayda olacağı mülahaza edilmiştir. Bu nedenle bu iki kavaramın hangi anlama geldikleri belirtip haklarında kısa bir tarihi bilgi vermeye çalışılacaktır.

A. Şair

Lügatte “bir şeyi bütün incelikleriyle bilmek, sezerek vâkıf olmak; ölçülü ve ahenkli söz söylemek” (Ferâhîdî: 2003, III, 236-238; Cevherî: 1990, II, 725) manasına gelen şiir kelimesinden müştak olan şair lafzı “nesne ve olaylara bilerek ve sezerek vâkıf olan, ölçülü ve ahenkli söz söyleyen” demektir. Istılahta ise “bilgi, seziş, duygu ve heyecanlarını ölçülü ve ahenkli biçimde ifade eden kimse” şeklinde tanımlanmıştır. Şiirleri çağımıza kadar gelebilen eski Arap toplumuna mensup şair kimseleri İslam’ın gelmesinden 150-200 yıl ötesine götürülse de hâlihazırda bulunan örneklerin gelişme süreci 2000 yıla kadar uzandığı görülmektedir (Huseyn: 1352/1993, 343-361; Râfiî, ts., II, 20, 222-249, 341-350). Dilciler hicri ikinci yüzyılın son çeyreğinden itibaren, şair olan şahsiyetleri tabakalara ayırmışlar, İbn Sellâm el-Cumahî (ö. 231/846) ile beraber edebiyatçıların kimi, bu hususta özgün telifler meydana getirmişlerdir. Ebû Ubeyde (öl. 224/838) ve Âsmaî’nin (öl. 216/831) şair şahısları cahili, İslamî ve muhadrâmî şeklinde üç kısım olarak ele aldıkları ifade eden İbn Sellâm, cahiliye şair kimseleri 13, İslâm dönemi şair kimselerini de 10 tabakaya ayırmıştır (İbn Sellâm: 1952, 26-40, 48; İbn Kuteybe: 1966, 23-26, 256, 504; Cübrî: 1407/1986, 127-186). İbn Sellâm’ın muasırı olan Ebu Tammâm’ın (öl. 231/846) “Fuhulü’ş-şuʿâra” isimli telifinde de yukarıda geçen üç kısım yer almaktadır. Hem cahiliye hem muhadram ve hem de İslam devrinde yaşmış ve şiir telifinde bulunmuş olan İslamî şair kimseler ise İslam’ın ilk döneminde ve Emevî saltanatı döneminde yaşayan kimselerdir. Abbasîlerin uzun süren halifeliği döneminde şairler, halis Arap olma ya da yabancı kimseler olma ölçülerine göre ve şiirlerinin Arap dilinde hüccet olup olmama tartışmalarıyla müvelled (halis Arap olmayan), muhdes (çağdaş), ya da müteahir (son dönemde yaşan) gibi taksimlere tabi tutulmuş, Beşşâr b. Bürd (öl. 167/783) muhdes veya müvelled şairlerin ilki kabul edilmiştir. Diğer taraftan modern edebiyat tarihçileri Arap edebiyat tarihini siyâsî dönemlerle sınırlayıp incelemişlerdir. Tartışmalı olan söz konusu yönteme binaen, Arap edebiyat tarihi; câhilî, İslâmî, Emevî, Abbâsî gibi dönemlere bölünmüş, şair kimseler de bu dönemler içinde değerlendirilmiştir. Son olarak Arap edebiyat tarihçilerinden bir kesimi, şair kimseleri, ortaya koydukları şiirlerinin niteliklerine binaen dört kısma ayırmışlar. Hınziz (nitelikli şiir meydana getiren ve şiir rivayetinde bulunan şair), Müflîk (şiir rivayetinde bulunmayan ancak kaliteli ve orijinal şiir yazan şair), şair (kötü şiir yazan kimsenin bir derece üstünde olan kimse) ve şu’rur (değersiz şiir yazan kimse) (İbrâhîm: 2005, 301- 320; Karaaslan: 2010, XXXVIII, 298-301). 

B. Şiir

Lügatte şiir “bir şeyi inceliklerini kavrayarak bilmek, sezerek vâkıf olmak; uyumlu, ölçülü ve âhenkli söz söylemek” manasında mastar; “seziş, hissediş, sezgiye dayanan bilgi; duygu ve heyecandan kaynaklanan uyumlu, ölçülü ve âhenkli söz” manasında isimdir (Ferâhîdî: 2003, III, 236-238; Cevherî: 1990, II, 725; İbn Manzûr: 1119, 2273; Mürîden, & vd:1998, I, 626-683; Komisyon: 1419/1999, XIII, 139-189). Şiir lafzını İbranice şîrle (marş, musikî, kaside, şarkı, gûfte) alakalı görenler de mevcuttur. Istılahî anlamı ise “engin his, hayal ve ilhâm mahsulü olup, sanata uygun bir şekilde ifade edilmiş uyaklıkâfiyeli sözdür” (İbrâhîm: 2005, 301-320; Karaaslan: 2010, XXXVIII, 298-301). Böylece şunu demek mümkündür; şiirin temel taşları his, hayal, ilham, lafız-mana alakası, veznkâfiye, niyet ve kasıttır. Zira vezinli ve kafiyeli olsa dahi, şiir yazma niyeti ve kastı olmadan söylenmiş sözlere, şiir denilmez. Budan dolayıdır ki âyet ve hadislerin bir kısmı aruz veznine uyumlu ya da kafiyeli şeklinde geldiği halde şiir olarak nitelenmez. Diğer taraftan şiir sanatında anlamlar kelimelere ve lafızlara bağlı iken, âyet ve hadiste tam bunun tersidir. Yani bunlarda lafızlar anlama bağlı ve tabidir. Hayâl, şiirde çok önemli bir unsurdur. Zira hissiyatın kuvvetini betimlemek için, hayâle ihtiyaç vardır. Budan dolayı bazı Arap kimseler vezinli-kafiyeli olmasa da hayal ihtiva eden tüm sözlere şiir demişlerdir. Bilhassa Hasan b. Sabit (öl. 60/680), oğlunun kendisini sokan eşek arısını nitelediği; “حبرة بردي في فّ ملت هّكأن/sanki o, iki parça Yemen hırkasına bürünmüştü” ifadesiyle alakalı, “Kâbe’nin sahibine yemin olsun ki bu bir şiirdir” söylemiştir (İskenderî & İnânî: ts., 42-58.) Bu anlayış eski ve yeni Batı şiir anlayışı ile mantıkçıların anlayışına uygun düşmektedir. Arap edebiyatçılarının bazıları da Bedîüzzamân el-Hemedanî (öl. 398/1008) ve Harîrî’nin (öl. 516/1122) makâmeleri ile Kadî el-Fazl’ın (öl. 596/1200) risaleleri gibi hayâle bağlı olan seci‘li nesîr mahsullerini mensur şiir kabul etmeleri de bu bağlamda değerlendirilmelidir. Müşriklerin Kur’ân’ı şiir, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) şair şeklinde vasıflandırmaları inkâr, inat ve şaşkınlık sonucu olduğundan, gerçekle bir alakası bulunmamaktadır. Zira müşrikler Kur’ân’ı şiir nitelemesiyle isimlendirdikleri ile birlikte, sihir, kehanet ve eskilerin efsaneleri gibi vasıflarla da nitelendirmişlerdir (İbrâhîm: 2005, 301-320; Sezer: 2003, 7-29; Karaaslan: 2010, XXXVIII, 298-301). Temalara uygun bir şekilde seçilen lafızlarla bir araya getirilip teşbih, istiâre, kinâye, cinâs, mecâz, terviye gibi belağî sanatları ile süslenmiş şiir dili, kâfiye ve vezinle sağlanmış müzikal armoni, hayata olaylara akıl ve mantıkla değil his ve hayal zaviyesinden bakış şiiri şiir yapan asıl vasıflardır. Kâfiye olgusu aslında kadim Arap şiirine has olup modern dönemde Batı şiirinin etkisiyle özgür şiir, nesir kasidesi gibi kâfiyesiz şiirler Arap şiirinde de yansıma bulmuştur. Şiir, tüm medenyetlerde dînî törenlerle ve müzikle alakası nedeniyle en eski edebî ürün sayılır. Zira şiir hayâlin, nesîr ise düşüncenin mahsulüdür (Vehbe, & Mühendis: 1979, 118-122; Fâhûrî: 1981, 14-19, 43-45). Çalışmanın hacmini göz önüne alıp bu kadarıyla iktifa edilerek, çalışmanın asıl konusu olan şiirde istisnâ bahsine geçip örnekler üzerinde durulacaktır.

1. Şiirde İstisnânın Çeşit ve Örnekleri

Burada istisnânın detayına girilmeyecektir. Çünkü istisnâ konusu, nahiv ilmi ile ilgili hemen hemen bütün eserlerde işlenmiş ve detaylandırılmıştır. Dolayısıyla söz konusu eserlere her zaman ulaşılabilmektedir. Nitekim konu ile ilgili şu eserlere müracaat edilebilir (Sibeveyhî: 1385/1966; Suyûtî: 2012; Hemedâmî: 1980; İbn Yaîş: ts.; Meylani: 2011; İbn İbrâhîm: ts.; Kabbiş: 1974; Hasan: 1974; Üzüm: 2001). Bu çalışmada sadece illâ edâtıyla yapılan istisnânın çeşitleri, şairlerin şiirlerinden kullanıp yorumlamış olduğu şekliyle örnek vermeye gayret edilecektir. 

1. 1. Şiirde Muttasıl Muceb İstisnâ 

Şiirde muttasıl istisnâ örneklerini hem cahiliye dönemi şairlerin şiirlerinden hem de cahiliyeden sonra, İslam dönemi şairlerin şiirlerinden birkaçı üzerinde durulacaktır. Cahiliye dönemin tanınmış şairi ve aynı zamanda mualakatu’s-Sebʿa (yedi askı) diye bilinen şiirlerin, yedi yazarlarından biri olan İmru’ul-Kays b. Hucr (öl. 540) bir şiirinde illâ edâtını istisnâda kullanmış ve şiir şu şekilde bizlere ulaşmıştır: ل ضّ ُمتَفَ ال لْب َسةَ الَّ ر إ َدى ال ّستْ ْوٍم ث يَابَ َها لَ ْد نَ َّض ْت لنَ جئْ ُت َوقَ فَ Yanına vardığımda; örtünün yanında, geceliği hâriç, bütün elbiselerini çıkarmış, bekliyordu( İmru’ul-Kays: ts., 40; Zevzenî: 2003, 22). Şair burada muceb mutassıl istisnâyı kullanmıştır. Zira şiirde geçen “gecelik” anlamına ل) gelen ضّ ُمتَفَ ال َسةَ بْل ( kısmı, kendisinden önce geçen ve “elbise” anlamına gelen (هاَ َابَي ث ( ifadesinin içinde yer aldığı gibi, aynı zaman mensup ve olumlu bir şekilde de gelmiştir. Cahiliye şairlerinden Tarafe b. Abd (öl. 564) de şiirlerinde muttasıl muceb istisnâyı kullanmıştır. O, sevgilisinin güzelliğini tasvir ederek şunları söylemiştir: َّر ْم ل د ْع ٍص لَهُ نَد َل ُح َّر ال وراً تَ َخلَّ َّن ُمنَّ َ َمى َكأ َوتَْب سُم َع ْن ألْ م د ثْ إ ْي ه ب ْم تَ ْك دْم َعلَ س َّف َولَ ُ ات ه أ لثَ الَّ ال َّش ْم س إ يَّاةُ َسقَتْهُ إ ْم يَتَ َخدَّ د اللَّو ن لَ ّي ق ْي ه نَ ْت ر َدا َء َها َعلَ لْقَ َ َّن ال َّش ْم َس أ َ َو َو ْج ٍه َكأ Esmer ince dudaklarla gülümsemesi adeta halis kumluk üzerindeki nemli tepeciklerde açan bir papatyayı andırır. Güneşin ışıkları, berraklaştırmış o papatya gibi dişleri ancak diş etleri dövmelidir ve bir bozukluk yoktur üzerinde. Öyle güzel ve pürüzsüz bir yüzü vardır ki sevgilimin denilebilir ki güneş kendi güzelliğini ona giydirmiştir (Zevzenî: 2003, 22). Şair Tarafe, bir savaş esnasında ihtiyar babasına ait, besili ve iri bir dişi deveyi keser. Babası kendisine sitemde bulunur ve böyle seçkin bir deveyi nasıl kesersin diye söylenir. Daha sonra babası, Tarafe’nın aşağıdaki şiirinde aktardığı gibi bu siteminden vazgeçer: د ْغيُهُ ْينَا بَ ر ٍب َش ديٍد َعلَ شَا َر ْو َن ب ا تَ َماذَ ا َل أالَ َوقَ ْزدَ د ص َي البَ ْر ك يَ ا الَّ تَ ُكفُّوا قَ َوإ َما نَ ْفعُ َها لَهُ نَّ ُروهُ إ ا َل ذَ َوقَ (Babam, yanındakilere dönüp) Baksanıza, ne dersiniz, bize karşı gelip (en değerli devemi kesmek suretiyle) haddini aşan şu sarhoşa ne yapmalı? dedi. (Sonra da yine kendisi) Bırakın, (benim oğlum ve mirasçım olduğundan) bu deve zaten onun malıdır, siz engel olmazsanız daha fazla kesecek. Dedi (Zevzenî: 2003, 65-66). Burada da şair şiirinde istisnânın muttasıl kısmını kullanmıştır. Şair Zuheyîr b. Ebî Sulmâ (öl. 609), Zubyân kabilesinden kardeşinin öcünü alan Husayn b. Damdam’ı methederken şunları söylemiş: م لَّ ْم تُقَ ُرهُ لَ َ ْظفَا لبَدٌ أ ف لَهُ ُمقَذَّ َسَ ٍد َشا كى ال ّسالَح َدى أ لَ ْم ْظ ل م يَ ال ُظلْ الَّ يُ ْبدَ ب َوإ م ه سَ ريعاً ُظلْ ْم يُعَاق ْب ب ْظلَ ٍئ َمتَى يُ َج ري O, savaşa atılmaya hazır pür silah, yeleli, pençeleri kesilmemiş bir aslan gibidir. Cesurdur, zulme uğrasa derhal zulümle karşılık verir zulme uğramadığında ise kendisi zulme başlar (Zevzenî: 2003, 80). Aynı şair bir başka şiirinde kişinin erdemlerini ve yeteneklerini sayarken şöyle demiştir: م َو نَ ْق ُصهُ ف ي التَّ َكلُ ج ٍب زيَا َدتُهُ أ َك ُم ع َرى م ْن َصا م ٍت لَ ٍن تَ َو َكائ ْح م َوال َّد م اللَّ ُصو َرةُ الَّ ْم يَ ْب َق إ لَ َؤا ُدهُ فَ ل َسا ُن الفَتَى ن ْص ٌف َون ْص ٌف فُ Beğendiğin nice suskun vardır ki, konuştuklarında erdemleri ve kusurları belli olur. Gencin dili bir yarısıdır, gönlü de öteki yarısıdır; geriye et ve kandan oluşan şekilden başka bir şey kalmaz (Zevzenî: 2003, 84). Burada irad ettiğimiz her iki örnekte de şair, muttasıl istisnâ kısımlarını kullanmıştır. Abbasî döneminin meşhur şairlerinden Cerîr b. Atıyye (öl. 110/728), halkı göçmüş olan bir mekânı, anlatırken şöyle demiştir: َما َما َم َوالثَ الَّ ال َد َعائ ْت إ ْت م ْن َسا كن ي َها َعفَ ْد َخلَّ ز َل قَ َمنَا Çardak ve direkleri hariç her şey çürümüş, sakinlerinden boşalan yerlere selam olsun (Cerîr: ts., 675; Ömer: 2006, 67). Yine aynı şair bir deniz yolculuğunda, tehlike geçiren gemidekilerin yaptıklarını şöyle anlatır: ينَا الَ التَّبَاب ُه ْم إ َّزتَ َم ْو ُج ذُو َح َدبٍ يُلْقُو َن ب ه َوال ري قي َص َرا يُلْ Deniz dalgaları kabardığında kaptan dâhil iç çamaşırları hariç, tüm elbiselerini atıyorlar (Cerîr: ts., 675; Ömer: 2006, 67). Müşahede edildiği gibi şair her iki şiirinde de muttasıl istisnâyı kullanmıştır. İlladan sonra gelen isimler muttasıl muceb istisnâdan sonra geldiklerinden dolayı mensup olarak gelmişlerdir. Bir başka şair olan Mütenebbî (öl. 354/965) bir şiirinde istisnâyı şu şekilde kullanmıştır. َعْينَا َها َر َمتْهُ َؤا ًدا َسَال َمتُهُ ا َّال فُ ُك ُّل َج ريحٍ Sevgilinin yaraladığı kalp hariç tüm yaraların iyileşmesi mümkündür (Mütenebbî: 537; Tâyillâh: 2005, 84). َم َوالتَّ ْح ليَال َّال اَنَّهُ َال يَ ْع ر ُف التَّ ْح ري ن إ ُّر ْهبَا ف ى َو ْح َدة ال Yalnızlıkta Ruhban durumunda, fakat ne helali ne de haramı bilir (Mütenebbî: 537; Tâyillâh: 2005, 84). Yukarıda verilen örnek şiirlerde Mütenebbî, muttasıl istisnâyı kullanmıştır. Buradaki istisnâ muttasıl muceb istisnâ olduğundan dolayı mensup olarak gelmiştir. İbn Mâlik’in de Elfiyesinde; “ ينتصب تمام مع ّاال استثنت ما/illânın, tam olan kelamdan istisnâ ettiği isim, mensup olarak gelecektir.” (Hemedânî: 1980, 597) dile getirdiği gibi söz konusu ismin mensup gelmesi vaciptir/gereklidir. Bu kısımdan verilen örneklerin benzerini çoğaltmak mümkündür. Ancak çalışmanın hacmini de dikkate alarak bu kadarı ile iktifa edilecektir. 

1. 2. Şiirde Muttasıl Gayr-i Muceb İstisnâ

Bu başlık altında, değişik şairlerin şiirlerinden, bu tür istisnâya örnek olabilecek kısımları üzerinde durulacaktır. İmru’ul-Kays, bir şiirinde sevgilisinden bahsederken şöyle diyor: الَّ ْت َعْينَا ك إ َو َم ل ا َز َرفَ ٍب ُمقَتَّ لْ ر قَ ْع َشا َ َس ْه َم ْي ك ف ي أ ي ب لتَ ْض رب Gözlerin, ancak aşkınla param parça olmuş kalbime oklarını saplamak için yaş dökmekte (Zevzenî: 2003, 20). Aynı şair bir başka şiirinde, yağan yağmurun ardından oluşan selin, vermiş olduğu hasarı anlatırken şöyle diyordu: ز ل َْن َز َل م ْنهُ العُ ْصَم م ْن ُك لّ َم ْن أ ن من نَفَيَان ه فَ َو َم َّر َعلَى القَنَّا ل َد َجنْ َم شيداً ب الَّ ُ ُطماً إ ٍة والَ أ َع نَ ْخلَ جذْ َها ُر ْك ب ْم يَتْ َوتَْي َما َء لَ Bu yağmurun serpintileri el-Kannan Dağına düştü de, her taraftaki dağ keçilerini ürkütüp kaçırttı. Nihayet Teyma’da taş yapıların dışında, yıkmadığı bir hurma dalı ve ev bırakmadı (Zevzenî: 2003, 39-40). Görüldüğü gibi şair, şiirlerinde istisnâ kullanmış ve bu istisnâ muttasıl gayr-i mûceb istisnâdır. Amr b. Kulsûm (öl. 584 veya 600), kavmi ile iftihar edip onların iyi hasletlerini sayıp onları överken şöyle diyordu: ُم ْح َج رينَا ْح مي ال ْح َمى َونَ ه نُ َت َعْنهُ ب ا البُ َر ة الذى ُح ّدثْ َوذَ ْد َو لنَا الَّ قَ َم ْج د إ ُّي ال َ أ ْي ٌب فَ ْبلَهُ ال َّسا عى ُكلَ َو منَّا قّ Sana hakkında söz edilen Zulbure’nin de varisiyim ki, hem onun sayesinde korunuruz hem de bize sığınanları koruruz. Ondan önce, yücelere koşan Kuleyb de bizdendir. Artık elde etmediğimiz bir şeref mi kalmıştır? (Zevzenî: 2003, 216). Cerîr b. Atıyye, Ferezdak’ı (öl. 114/732) hiciv (Bir kişi, herhangi bir kurum veya toplumu alaylı tarzda eleştirme ve eleştiri metinlerinin oluşturduğu edebî tür, bk. Okay: 1998, XII, 447) ederken, şu beyti söylemiştir: ْي د ُه ُم ال َخ َش ُب َ الَّ بَنُوا العَ ّم ف ي أ ه إ ب ق م ْن عٍز يَلُوذُ َر ْز َد َما ل لفَ Ferezdak için, ellerinde sopaları olan amcaoğullarından başka sığınacağı bir izzeti/saygınlığı yoktur (Ömer: 2006, 71). Aynı şair başka şiirinde şöyle diyor: رب م ْن َك َو م ْن َم َحا الَّ ٍة م َن النَّا س إ ُم م ْن ذى َختُونَ َوا قْ ْع َه َد األَ َو َما ا ْستَ Kavim, senden ve Meharib boydan başka, hiç bir hasmından sözleşme talep etmemiştir (Cerîr: ts., 105; Tâyillâh: 2005, 86). Şair başka bir şiirinde, yine ezeli rakibi olan Ferezdak’ı zemmederken/yererken şunları söylemiştir: ر َ َصْوأ الَّ َعقْر َنَابٍ ب ج ُع م َن الْفَ ْخ ر إ عَد ُم َشا ْن الَ تُ َ ْد سَ َّرنَي أ لَقَ Muşaci kabilesi, Sav’er denilen yerde yaşlı deve kesmelerinden başka, iftihar edecekleri bir şeyinin olmaması beni sevindiriyor (Cerîr: ts., 328; Tâyillâh: 2005, 85). Şiirde geçen “Muşaci”, Ferezdak’ın kabilesi olan Temîm’in bir koludur. Böylece Cerîr, Muşacileri doğrudan, Ferezdak’ı ise dolaylı bir şekilde yermektedir. Bu örnek şiirlerde, istisnânın muttasıl gayr-ı muceb kısmı kullanılmıştır ve kimi istisnâ mensup gelirken kimi de merfu‘ gelmiştir. Zira bu tür istisnâlarda her iki durumda caizdir/mümkündür. Yani istisnâ olan isim, mensup gelebileceği gibi, illâdan önceki ismin i‘rabına tabii olarak da gelebilmektedir. Şair Mütenebbî, bir şiirinde şunları söylemiştir: ا َّال ذَ ر َس إ ا ه ْم َال فَ ه ْم َع ْن قَو ل اب َض ْر ب رقَ ُه ْم ب سنُ لْ َ ْت أ ْع َجلَ َ أ Boyunlarının vurulması, ancak dillerinin acele edip, bundan daha yiğit kimse yoktur demesi sebep olmuştur (Mütenebbî: 70; Tâyillâh: 2005, 86). Aynı şair başka şiirinde şöyle demiştir: َْن َت يَا بَ ْدُر َوأ إللَهُ الَّ ا َم ْكُر َم ٍة إ َجي أ َحدٌ ل َما يُ ْرتَ Allah ve senden başka ey Bedir! hiç kimseden iyilik beklenilmez (Mütenebbî: 237; Tâyillâh: 2005, 85). Şairden son bir şiir şu şekilde aktarmak mümkündür: ُو ُصو ُل بَ ُّر الْ ا ط ُع الْ َّال الْقَ ْط ُع ف ْع ٍل َوأْن َت الْقَ َو َما لل َّسْي ف إ Kılıç’ın hüneri sadece kesme işidir. Sen ise hem kesen hem de iyilikleri bağlayan/ulaştıransın (Mütenebbî: 264; Tâyillâh: 2005, 88). Burada şair Memduh’unun kılıçtan daha üstün olduğunu işaret etmektedir. Çünkü kılıcın görevi sadece kesmek olurken, meth etmekte olan şahsın, bundan ziyade iyilik etmek gibi bir üstünlüğünü da olduğunu söyler. Yukarıda geçtiği gibi şair, muttasıl gayr-ı mûceb istisnâyı kullanmıştır. İlk iki şiirde “غير “ anlamında kullanılan illâ edâtı, son şiirde ise “سوى “anlamında kullanılmıştır.

1. 3. Munkati Muceb İstisnâ 

Burada yine şiirlerde geçen ve bu kısım istisnâya örnek olabilecek şiirlerin üzerinde durulacaktır. Tarafe b. Abd, bir şiirinde şunları söylemektedir: م د ثْ إ ْي ه ب ْم تَ ْك دْم َعلَ س َّف َولَ ُ ات ه أ لثَ الَّ يَاهُ ال َّش ْم س إ َسقَتْهُ إ Güneşin ışıkları berraklaştırmış o papatya gibi dişleri ancak diş etleri dövmelidir ve bir bozukluk yoktur üzerinde (Zevzenî: 2003, 49). Konumuzla alakalı olarak Mütenebbî’nin divanında şu şiir geçmektedir: َصَو َر ت اْأل ْم يَ ْك ف َها تَ ْص وي ُر َها الْ َخْي َل َو ْح َد َها فَ َولَ َها َّال َز َمانُ ْشيَا َء إ Onun, atı, hayal etmesi yeterli gelmedi. O eşyaları zamandan soyut bir şekilde hayal etmiş ki, buda yeterli değildir (Mütenebbî: 302; Tâyillâh: 2005, 89). Bu şiirde munkati bir istisnâ mevcuttur. Çünkü şiirde geçen “Eşyalar” zamandan bir parça değildir. Bundan dolayı munkati istisnâdır. Diğer taraftan bu şiirde bulunan illâ edâtı, Basra ekoluna mensup âlimlere göre “لكن “anlamında kullanılmış, Kûfe ekoluna mensup âlimlere göre ise “سوى “anlamında kullanılmıştır (Tâyillâh: 2005, 85). Amr b. Hârîs’in (öl. 148/765), bir şiirinde şöyle gelmiştir: ن ي ُس إالَّ اليَعَاف ُر َوإالَّ َ َها أ ْي َس ب َدٍة لَ َوبَل عي ُس ْ ال Çok beldeler var içinde insan değil, sadece boz ceylan ve boz deve cinsi yavruları vardır (Suyûtî: 2012, 234). Yukarıda geçen örnek şiirlerde, istisnânın munkati muceb kısmı kullanılmıştır. Şimdi de istisnânın munkati gayr-i muceb kısmına geçilecektir. 

1. 4. Munkati Gayr-i Muceb İstisnâ

Munkati gayr-i muceb istisnâya örnek, yine şairlerin şiirlerinden vermek mümkündür. Zuheyîr b. Ebî Sulmâ, bir şiirinde şöyle söylemiştir: ُم َر َّج م ال َح دي ث ال ُم َو َما ُه َو َعْن َها ب تُ قْ ْم َوذُ ْمتُ َما َع لّ الَّ َو َما ال َح ْر ُب إ Savaş, ancak bildiğiniz ve acısını tattığınız şeydir, bilinmeyen şey hakkında hüküm yürütmek değildir bu. (Zevzenî: 2003, 114). Antere b. Şeddâd (öl. 614), sevgilisi Able’nin ailesinden söz ederken şunları söylemiştir: ر تَسَّ ُف َح َّب ال خ ْم خ م َو ْس َط ال ّديَا ْه ل َها َ أ َح ُمولَةَ الَّ َرا َعن ي إ َما ب َرا الغُ ُسو ًدا َك َخاف يَةَ ن َوأربَ ُعو َن َحلُوبَةً نَتَا ف ي َها Beni, obanın ortasında ailesine ait develerinin sığırdili otunun yemeleri korkutur sadece. Orada karakarganın kanadı misali kırk iki siyah sağmal dişi deve vardır (Zevzenî: 2003, 237). Hâris b. Hillize (öl. 570), savaşta göstermiş oldukları başarılarını ve güçlü olan düşmanlarına vermiş oldukları zayiatı şu şiiriyle dile getirmektedir: ُء َر ْعالَ ُمبَ ْي َّضةٌ الَّ َو َصْيت ٍت م َن العَ َوا ت ك الَتَن َهاهُ إ َما ُء َم َزا د ال ْخ ُر ُج ُخ ْربَ ة ال َط ْع ٍن َكَما يَ َر َدْدنَا ُه ُم ب فَ Hür anaların doğurduğu yiğitlerdi ki onlar; yıldırabilirdi onları ancak tepeden tırnağa zırhlı, uzun kılıçlı olanlar. Biz onları hezimete uğrattık, büyük tulumlardan su boşalırcasına kanlarını akıtan mızraklarımızla (Zevzenî: 2003, 236-237). Cerîr b. Atiyye, bir şiirinde şöyle söylemektedir: َمان يا ج َد اْألَ ْن تَ َ الَّ أ َوالَ ال َّد ْه ُر إ ُر بَ ْينَنَا َآل تَ ْج َم َع ال َّدا ْد خ ْف ُت أ قَ فَ Korkarım ki, güven bulunmadıkça bizi, ne ev ne de zaman bir araya getirecektir (Cerîr: ts., 762; Ömer: 2006, 74). Aynı şair başka bir şiirinde istisnâyı şu şekilde kullanmıştır: َك ُمفَ َخ ًرا الَّ َع ْقَر نَاب ج ْد لقَو م َك إ ْم تَ ل َولَ م الْفُ َّضا يَّا َ أ ْق َت ب َسبَ Geçmiş günlerin iyiliklerine baktın da senin için iftihar vesilesi olacak tek şey, kavmine yaşlı deveni kesmendir (Cerîr: ts., 297; Ömer: 2006, 80). Mütenebbî, bir şiirinde şunları söylemiştir: َّال ال ُّسيُو ُف َو َسائ ُل ْي َس لَنَا إ َّال نُفُو ُسُكْم َولَ َحا َجا ُت إ ْيس ت الْ أ َا Dikkat edin! Sadece sizlere ihtiyacımız vardır ve araçlarımız/silahlarımız da yalnız kılıçlardır (Mütenebbî: 25; Tâyillâh: 2005, 90). Yine aynı şair, bir şiirinde şöyle demiştir: دَهُ َرفْ بَ َشا َشةَ َّال الْ ْم يَ ُك ْن إ ا لَ ذَ ٍة إ َم ْشُكو ر ف ي ُك لّ َحالَ نَّ َك للْ َوإ Sen her zaman teşekkür gerektirecek şeyleri yaparsın, bu bir tebessüm dahi olsa onu yaparsın (Mütenebbî: 457; Tâyillâh: 2005, 90). Yukarıda aktarılmış olan örnek şiirlerde, şairlerimiz munkati’ gayr-i mûceb istisnâyı kullanmışlardır. 

1. 5. Muferrağ İstisnâ

Muferrağ istisnâyı işlerken, yine şiirlerden birkaç örnek vermeye çalışılacaktır. Daha önce de açıklandığı gibi, burada gaye, istisnâyı detaylı bir şekilde tanıtıp açıklamak değildir. Buradaki amaç şiirde istisnâ kullanımı, örneklerle sunup konuyu anlaşılır bir duruma getirmektir. Muferrağ istisnâya örnek olabilecek birçok şiir, Cerîr b. Atiyye’nin divanında bulmak mümkündür. Fakat burada, birkaç örnek vermekle yetinilecektir. Anılan şair divanında şöyle diyor: ه ْم ن َصن ي ع ْح َسا إ ْوٌم ب َما َع َّد قَ ذى َصنَعُوا َصن ي عُكْم فَو َق الَّ الَّ إ Herhangi bir millet, yapmış olduğu iyiliği sayarken, sizlerin yapmış olduğunuz, onlarınkinden daha üstündür (Cerîr: ts., 437; Ömer: 2006, 78). ُكْم فَو َق َم ْن يَ ْبن ي العُالَ ُغ َر ُف الَّ لَ ٍن ُم َكَّر َم ٍة إ َو َما اْبتَنَى النَّاس م ْن بُنيَا Her ne kadar insanlar mukerrem bir bina yapmış ise de, sizler için, onların en yüksek binalarından, daha yüce köşkler vardır (Cerîr: ts., 482;  Aynı şair başka bir şiirinde şöyle diyor: ا عدٌ ُل آ َخ ر قَ مثْ الَّ نَا إ َ ائ ٌم َو َما أ َْن َت قَ يَقُو ُل لي ال َح َدا ُد: َه ْل أ Demirci bana ayakta mısın diyor! Oysaki diğerleri gibi bende oturmuş haldeyim (Ferezdak: 1386/1966, 133; Cerîr: ts., 216; Ömer: 2006, 85; Tâyillâh: 2005, 92). Tespit edilebildiği kadarıyla, Mütenebbi’nin divanında konuya dair örnek şiirlerin sayısı kırktan fazladır. Ancak burada birkaç tanesine yer verilecektir. Şair divanındaki şiirlerinin birinde şöyle diyor: َم أبَا أ ُد ْه ل ه َو َم ْح ا َّال ألَ ٍر فَ ْخ َم ٌر ا الْفَ ْخ ُر إ ْم يَ ُم َس م ْن بُ ْحتَ إل ْم ر ٍئ َما لَ Ey eba Ahmed! Övünme ancak, ona ehil olanadır. Ve Buhter’le alaka kurmayan kişi için övünme yoktur (Tâyillâh: 2005, 92). ل َك ال ُّدَو ُل َال ل مثْ ُح إ َك يَا بَ ْدُر َال يَ ُكو ُن َوَال تَ ْصلُ لُ مثْ Hiç kimse senin gibi olamaz ey Bedir ve devlet ancak senin gibilere layıktır (Mütenebbî: 138; Tâyillâh: 2005, 92). Aynı şair başka bir şiirinde şöyle diyor: َس َ َم ْيتَة ال ُّضبَ ُع َم ْن أ تَ ْح َسبُوا َّال الْ ُك ُل إ ُ ْي َس يَأ لَ َر َم ٍق فَ ا ْم َكا َن ذَ ْرتُ Esir aldığınız kimseleri son nefesinde oldukları sanmayın. Sırtlanlar ancak leş yiyebiliyorlar (Mütenebbî: 314; Tâyillâh: 2005, 92). ٍة إَّال ْر ض نَ ْخلَ َ أ ا مي ب َمقَ يَ ُهو َد َما بَ ْي َن الْ َم سيح م الْ ا َكَمقَ Benim Nahle denilen yerde durmam, Mesih’in Yahudilerin arasında durmasına benzer (Mütenebbî: 20; Tâyillâh: 2005, 95).

Sonuç

Şiiri şiir yapan temel öğeler his, hayal, ilham, lafız-mana ilişkisi, vezn ve kafiye, niyet ve kasıttır. Zira vezinli ve kafiyeli olsa dahi, şiir yazma niyeti ve kastı olmadan söylenmiş sözlere, şiir denilmez. Bu nedenle âyet ve hadislerin bazıları aruz vezninde ya da kafiyeli bir şekilde gelmesine rağmen şiir sayılmamıştır. Şiirde anlamlar lafızlara tabi iken, âyet ve hadiste lafızlar anlamlara tabidir. Diğer taraftan nazm lafzı çoğunlukla şiir ve şiir telifi hakkında kullanılmasına karşın hayal ve his boyutu olmadığından sadece ölçü, vezin ve seci öğelerini taşıyan öğretici şiir çeşidi, nazm ve manzûme şeklinde nitelenmiştir. Dolayısıyla his ve hayal şiirin ana omurgasını oluşturmuş olduklarını söylemek mümkündür. Dil âlimleri, farklı kıstaslara dayanarak İslamiyet’in ilk asırlarından itibaren şairleri farklı kategori ve tabakalara ayırmışlardır. Bunlar genellikle cahili, İslâmi ve muhadram şeklinde olmasına karşın, cahiliye şairleri on üç, İslâmî şairleri ise on tabakaya kadar çıkaran dilciler de vardır. Cahiliye şairleri olsun, İslam dönemi şairleri olsun, illâ edâti ile istisnânın tüm çeşitlerini şiirlerinde kullanmışlardır. Bu da illâ edâtı ile istisnânın önemli bir konu olduğu ve İlmu’l-ʿArabiyye denilen ilimlerin hemen hemen hiç birisinin bu tür istisnâdan muferrağ olamayacağını, bir kere daha göstermiştir. Diğer taraftan şairlerin şiirleri incelme neticesinde, en fazla illâ edâtının kullanılmış olduğu görülmüştür. Bunun sebebi ise illânın, istisnâ dışında birçok anlama gelebilmesi ve istisnânın diğer birçok edâtın anlamında da kullanılabilmesidir. 

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0